gala sözlük şiir kulübü – Gala Sözlük
Bir soğan soyuluyor ,
Yaşarıyor gözler .
Bir devlet soyuluyor ,
Aldırmıyor öküzler.

Şair Eşref
Celladına aşık olmuşşa bir milet,
İster ezan ister çan dinlet .
İtiraz etmiyorsa sürü gibi illet ,
Müstehaktır ona her türlü zillet .

Ömer Hayyam
Be hey dürzü ...
Ne ararsın Allah ile aramda ...
Sen kimsin ki orucumu sorarsın?
Hakikaten gözün yoksa haramda..
Başı açığa niye türban sorarsın?

Rakı şarap içiyorsam sana ne ..
Yoksa kimseye bir zararım içerim .
İkimizde gelsek kıldan köprüye ..
Ben dürütsem sarhoşkende geçerim

Esir iken mümkün müdür ibadet ?
Yatıp kalkıp Atatürk'e dua et .
Senin gibi dürzülerin yüzünden ..
Dininden de soğuyacak bu millet

İşgaldeki hali sakın unutma..
Atatürk'e dil uzatma sebepsiz .
Sen anandan gene çıkardın amma..
Baban kimdi bilemezdin şerefsiz .

Neyzen Tevfik
karşı tarafta birkaç kadın ve yetişkin bir kız oturmaktadır. bunlar ahmet turan'ı seyretmektedirler. onun yedi yıldır sırtından çıkaramadığı parça parça olmuş paltosuna , şalvarının uyumsuz çarpık yamalarına, yüzünün yamukluğuna ve eğik bükük topal ayağına bakıp durmaktadırlar. aralarındaki, dış görünüşü ve tavırlarıyla yabancıyı andıran bakımlı ve alımlı kız, ahmet turan'a bakıp bakıp güler. ahmet turan bu durumdan çok müteesir olur. yıllardır onlar için savaştığı insanlardan ilgi, sevgi beklerden böyle bir tavırlar karşılaşması onu perişan eder. kalkıp oradan uzaklaşır. güvertenin en kenarından bir direğe tutunup denizi ve uzakları seyre dalar. kendisine karşı yapılan bu hakarete bir anlam veremez. aklına, bir arkadaşının geçende anlattıkları gelir. işgal kuvvetleri komutanı fransız generali istanbul'a girerken bazı istanbullu kızlar, kadınlar fransız ve ingiliz askerlerine çiçekler atmış. onlara pasta çörek ikram etmişler. acaba bu kadın ve kızlar da onlardan mıdır diye aklından geçirir. şaşkın vaziyettedir. vatanında kendisini garip hissetmektedir. herkese küsmüş gibi kimsenin yüzüne bakmaz.

vapurdan inip epey uzaklaştıktan sonra hamailin içerisinden adresi çıkarır ve rastladığı kimselere sora sora komutanının evine varır. kucaklaşırlar. gözyaşları birbirine karışır. ahmet turan çocuk gibi ağlamaktadır. hıçkıra hıçkıra, içini çeke çeke dakikalarca ağlar, anlatır. o sırada komutanın arkadaşlarından mehmet nail bey'in oğlu askerî tıbbiye öğrencisi hüseyin nihâl olayı seyretmekte anlatılanları dinlemektedir.

işte hüseyin nihâl da bu fedâkar ve kahraman türk gazisine yapılan densizliğe çok üzülür ve gençlik heyecanını da katarak ahmet turan'ın ağzından o arsız kıza bu şiirle cevap verir...
kâzım karabekir paşa'nın ordusunun erzurum'a geldiğini öğrenen ermenilerin kars ve çevresinden katliama başladıklarını, derecik köyü'nün 671 sakinini samanlıklara doldurup, gazyağı, benzin dökerek yaktıklarını, kaçmaya çalışanları ise balta, kılıç ve yaylım ateşi ile öldürdüklerini, 671 kişiden sadece 11 kişinin kurtulabildiğini, bütün bu bölgedeki köyleri aynı şekilde yakıp yıktıklarını, talan ettiklerini göz yaşlarını boğularak söyler.

ahmet turan durumu bütün açıklığı ile öğrenir. artık kars'ta durmanın yersiz olduğunu anlar. arabacıdan ayrılırken düşürdüğü bohçayı hatırlar. arabacıya köyünün girişinde bıraktığı bohçayı almasını içindekileri ihtiyacı olanlara dağıtmasını rica eder.

tekrar yollara düşer. aynı yollardan aynı sıkıntı ve engellerle
karşılaşarak aylardan sonra istanbul'a ulaşır.

komutanın adresi avrupa yakasındadır. yolcu vapuruna binerek karşı tarafa geçmek ister. rıhtımın, güvertenin tutacaklarına tutunarak güçlükle vapura biner. vapur fazla kalabalık değil. kimsenin oturmadığı büyük bir banka sendeleyip tutunarak oturur. perişan hâldedir. vücudu ve ruh hâli ülkesinin durumu gibidir. saçı sakalı birbirine karışmış, avurtları çökmüş, çenesinin eğriliği ve yüzündeki derin yara izleri çehresini garip bir görünüme sokmuştur. ayağının topallığı ise yürek yakmaktadır.
vadinin diğer kaşına çıktığında köyün tamamını karşısında bulur. acı gerçekle yüz yüze gelir. dünyası yıkılır. köy baştan başa yakılmıştır. kimse yoktur. bütün evler yerle bir olmuştur. donakalır. birden kendi evine doğru koşar. bütün köy evleri gibi onun evi de yakılıp yıkılmıştır. ahmet turan'ın vücudu çözülür. kolu kanadı yanına düşer. dökülüp dağılacak gibidir. bohça omzundan yere düşer. ayakta duramaz. takati kesişir. bir taşın üzerine yığılır. ellerini değneğine, alnını da ellerinin üzerine dayayıp donup kalır. gözlerinin yaşı yerleri ıslatmaktadır.
başından geçenler gözlerinin önünden geçer. komutanının sözlerinin hatırlar. adresini ona niçin ısrarlar verdiğini o anda anlar.

bir müddet yanıp kavrulduktan sonra kalkıp yakılıp yıkılan evlerin arasında dolaşır. köyün kenarındaki mezarlığa varır. alelâde yapılmış mezarları görür. ölülerin, kimseler tarafından toplanıp gömüldüğünü anlamakta gecikmez. çünkü birçok cephede defalarca bu işi kendisi de yapmıştı. mezarların toprağına yüzünü sürer, ağlar. fatihalar okuyup ruhlarına bağışlar. yanıp kül olan annesinin, babasının, eşinin, çocuğunun, hısım akrabalarının, ellerini yüzlerini öpmeyi umarken küllerini, topraklarının öpmek durumunda kalır.

geceye kalmadan köyden ayrılır. yola iner, kars'a gitmekte olan bir at arabasına biner. arabacı, epey ötede bulunan subatan köyünün ermeni katliamından kurtulan sakinlerinden birisidir. tanışırlar. ahmet turan, köylerinin ve köylülerinin başına gelenleri sorar. adam, içi sızlayarak anlatır.
şehir tanınmaz hâldedir.sanki yedi yıl önce bıraktığı şehir gitmiş yerine başka bir şehir gelmiştir. sözün gerçek anlamı ile harpten çıkmış bir şehir. çarşıyı pazarı dolaşır bir tek tanıdık simaya rastlayamaz. içinde ağır bir sıkıntı oluşur. kalbi sıkışır.. duman dolmuş bir aşhaneye girmiş gibidir. bir an önce şehirden çıkmak ister. tenha bir bakkalda biraz şeker, çay ve şekerleme bulur, alır. annesi, babası, eşi ve çocuğu için istanbul'dan satın aldığı hediyelerin yanına kor ve bohçayı bağlayıp omuzuna atar. köyün yolunu tutar. ata ocağı , yâr kucağı olan köyü, kars'ın 10 km. doğusundadır. normal bir insan iki saatte varır. ancak ahmet turan topaldır, üç dört saatte ancak varacaktır.

yol boyunca eşini, evlilik günlerini, kızı elif'i , annesini, babasını düşünür. elif'in şimdi sekiz yaşında güzel bir kız olduğunu hayâl eder.

köyün yanıbaşındaki derin vadinin karşı kaşına varır. oradan köy nispeten görülmektedir. elindeki değneğe dayanıp biraz dinlenmek ve köyünü seyretmek ister. garip bir hava hisseder. burnuna yanık kokuları gelir. köyün camisinin ahşap minaresi, o güzelim ağaçlar, ağaç, direklerin başındaki leylek leylek yuvaları, hiçbirisi görülmüyor. sanki köy yere gömülmüş. bir şeyler göremez. ortalıkta kimseler de yoktur. herkes yaylaya gitmiş gibi. oysa yayla mevsimi değil. bir anlam veremez. yerinde duramaz, kafası, beyni uğuldamaktadır. aklına çok garip şeyler gelir. bir solukta vadinin dibine iner ve karşı yamaca tırmanmaya başlar. kocaman yokuşu nasıl çıktığını bilemez.
ahmet turan vedalaşmak için komutanının yanına gelir. elini öpmek helallik almak ister. komutanı elini öptürmek, o yaralı dağ parçası yiğidi kucaklar bağrına basar. bir süre onu bırakmaz. vücudunun büyük bir parçasının kopup gittiğini zanneder. yüreği yanar, gözleri yaşarır ama ahmet turan'a hissettirmez. kollarını çözüp bu defa omuzlarından tutup bir müddet yüzünü seyreder. iç cebinden bir kağıt çıkarır, üzerine bir şeyler yazar ve katlayıp ahmet turan'a uzatır ve ekler:

-ahmetçiğim, adresimi yazdım. sakın kaybetme. memleketine, köyüne git. bir müddet kal, hasret gider. eğer sıkıntıya düşersen, iş güç bulamazsan dön, bana gel. sana iş güç bulabilirim. burada birlikte yaşarız.

ardından yan cebinden çıkardığı birkaç kuruşu da ahmet turan'ın eline tutuşturur.

-bu birkaç kuruşu da al, gereğin olur.

ahmet turan pusulayı alıp sürekli göğsünde taşıdığı hamailin arasına koyar. parayı almak istemez. komutanın ısrarı üzerine onu alır paltosunun iç cebine koyar. teşekkür eder.

ahmet turan istanbul'dan ayrılır. o artık kars yolundadır. eşine, annesine, çocuğuna, babasına gitmektedir. köyden köye, şehirden şehire, o topal bacağı ile sürünüp yürümektedir. kimi gün yaya, kimi gün rastladığı at arabalarına binerek kimi zaman at, katır kafilelerine katılarak aylardan sonra kars'a ulaşır.
memleketine, köyüne dönmek istemektedir. yedi yıldır köyünden, eşinden, çocuğundan, anne ve babasından haber alamamıştır. onların hasretiyle buram buram yanmaktadır. onlarla kucaklaşacağı anı, onlara savaş hatıralarını anlatacağı günü aramaktadır. topal bacağıyla kanatlanmış kuş gibidir. uçmak istiyor, havalanıp köyüne konmak, yıllardır yolunu gözleyen eşine, çocuğuna ulaşmak istiyor.

komutanı ülkesinin neresinde neler olduğunu iyi bilmektedir. yunanlıların izmir'i işgal ettiğini, italyanların antalya'yı, fransızların kahramanmaraş'ı, ingilizlerin adana'yı, rus ve ermenilerin doğu illerini aldıklarını biliyor. hatta rus ve ermenilerin erzincan'dan gümrü'ye kadar yol güzergâhındaki bütün türk köylerini yaktıklarını, insanlarını öldürdüklerini, bütün varlıklarını alıp götürdüklerini biliyordu. bu köyler arasında ahmet turan'ın köyünün de talan edildiğini ve bütün halkının samanlıklara doldurularak yakıldığını öğrenmişti.

komutan, bütün bunları bildiği için ahmet turan'ı istanbul'da alıkoymak istemektedir. yıllardır yanından ayırmadığı ve cepheden cepheye birlikte koştukları bu kahraman ve yiğit vatan evladını bırakmak istememektedir. ancak bir türlü gerçekleri de ona söyleyememektedir.
iki yıl kadar bu bölgede ingiliz-hint ve aldatılmış araplara karşı savaşırlar. ne hazin ki bağdat'ı araplara bırakmak zorunda kalırlar. o günlerde istanbul'dan bir emir gelir. destek kıtalarından birkaçı galiçya'ya gidecektir. ruslara karşı savaşan türk kolordusuna katılacaklardır.

ahmet turan'ın içinde bulunduğu kıta da gidecektir. komutanı onu götürmek istemez. ahmet turan, kıtasından ayrılmamak için komutanına yalvarır yakarır. sonunda arzusuna kavuşur. komutanı onu yine yanında götürür. aylardan sonra galiçya önlerindedirler.

iki yılı aşkın bir süre de bu bölgede bulunurlar. almanlarla birlikte ruslara karşı savaşılar. zaman zaman çok sor durumlarda kalırlar.
ahmet turan birçok arkadaşını kaybeder. birçok arkadaşı sakat kalır. nice arkadaşı atılan bombaların altında parçalanıp meleklere katılır. kendisi de bir kez daha yaralanır. siperdeyken kafasına hedeflenen kurşun sakat bacağına saplanır. bir şarapnel parçası da burnunu, çenesini dağıtır. yine iyi bir tedavi yapılamaz. ayağı daha da eğri ve sakat kalır. yüzü gözü tanınmaz olur.

türkler bu cephede de amerika'nın ve bulgaristanların hıyanetine uğrar ve perişan bir vaziyette çekilirler.

birinci dünya savaşı sona ermiş, türkler, avusturya-macaristan ve almanya ile birlikte savaşı kaybederler. uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra istanbul'a dönerler.
askerler terhis edilir. ahmet turan da silahını teslim eder. silahı ile birlikte ruhunu, canını bıraktığını zanneder. kendisiyle özdeşleşen silahından ayrı yaşayamayacağını düşünür. düşmanları için göz dağı, kendisi için arkadaş, kardeş olan, güvendiği, dayandığı silahı artık onunla değildir. bir değnek bulur, şimdiden geri ona dayanarak yürüyecektir.